Bugün hiç istekli olmasam da yakıt parası için merkezdeki caddenin diğer ucuna gidip dolar almak zorundayım. Diğer uç dediğim yer de yaklaşık iki üç kilometrelik bir mesafeyi yürümeyi gerektiriyor. Bu da sürgüne yollanmak gibi bir şeydi bence. Bir kaç yere uğradıktan sonra Erzurum'un mecburiyet caddesi olan Cumhuriyet Caddesi'nde yürümeye başladım. Burası Erzurum'a geldim geleli en çok ayak bastığım yer. Çünkü her ne işin varsa mutlaka buraya uğramak zorundasın ve Erzurum'da bilinen çok bir yer yok. Ama bugün her ne hikmetse içimden ara sokaklara girmek geldi. Erzurum'un ünlü oltu taşı satılan, mimarisi hep hoşuma giden eski hanın yanından Erzurum'un çok kişin gitmediği hatta bence çoğu öğrencinin bilmediği ara sokaklara daldım. Yollar Cumhuriyet Caddesi'nin hatta oturduğum mahallenin yollarından bile daha dardı. Kimse umursamadığı için midir bilmiyorum yollar doğru dürüst asfaltlı bile değildi. Hatta bazı sokaklarda asfalt bile yoktu. Yer yer su birikintilerinin oluştuğu, karın yavaş yavaş erimesinden dolayı çamurlaşan ancak yürürken insanı pek rahatsız etmeyen bir yolda ilerlerken çocukluğum geldi gözlerimin önüne. Çocuk olsaydım yolların çeşitli yerlerinde olan su birikintilerine baraj yapardım. Hatta bir yerden bir pipet bulurdum ve baraja onunla bir akar yapar, saatlerce onu izlerdim... Çocukluğumdan bir anı gözlerimin önünde öylece gidiverdi. Çamurlu yolda ilerlerken bir yere geldim, evler falan o kadar eski ki. Şekilsiz, boyasız, bakımsız... Bu evlerin bana göre sağ tarafında hafif bir bayır mahalleden başka bir yola çıkıyordu. Oraya doğru yöneldim. Ancak bu yol daha farklıydı. Yol daha da daralmaya evler gözüme daha bir hoş gelmeye başladı. Eskiden kalma bir tat vardı hepsinde. Taş ve ahşaptan yapılmış her biri birbirinden farklı mimaride evler çok hoşuma gitmeye başladı. Kafam yukarı yolun ortasında evleri seyrederek ilerliyordum. Aslında hiç birinde bir simetri yoktu. Ama bu simetrisizlikte bile gözüme çok güzel geldiler. Her biri yılların etkisiyle solmuş, farklı renklere sahipti. Kimisi mavi kimisi kırmızı... Sokakta ilerlerken giderek daha güzelini görecekmişim gibi hissettim. Erzurum'un bu tarafını görmek çok hoşuma gitti. Sokağın birinde ilerlerken iki binanın arasından, onların arkasında eski bir ev gözüme çarptı. Balkonsuz çıkıntıları, bu çıkıntıların altında ahşap ve çok güzel işlenmiş kirişleriyle dikkatimi çekti bu eski bina. Biraz daha yaklaşınca camlarının kırık dökük olduğunu ve terk edilmiş olduğunu fark ettim. Düz olan çatısında büyüyen otlar çok uzun zamandır bakımsız olduğunu gösteriyordu. Ama o kırık dökük olan bina modern, her biri birbirine benzeyen binalardan daha güzel geldi gözüme. Acaba burada kimler yaşadı? Evin büyüklüğü canlı olduğu dönemlerde varlıklı birine ait olduğunu gösteriyordu. Kafam yukarıda binayı izleyerek yavaş yavaş ilerliyordum. Bir penceresinden içi görünüyordu. Diğer pencereleri karton gibi malzemelerle kapatıldığı için iç tarafları görünmüyordu. Ancak bu pencere, zannımca salonun penceresiydi. Pencere üst katın penceresi olduğu için sadece ahşap tavanı görebiliyordum. Tavan da binanın ahşap pencereleri gibi yılların etkisiyle yıpranmış ve yanmış gibi kararmıştı. Ancak tavanın ahşap işlemeleri bu kadar yıpranmaya rağmen hala güzel görünüyorlardı gözüme. Çünkü o tavan gerçekten bir emekti ve modern evlerde yapılan tertemiz kartonpiyerden bile daha hoş geldi gözüme. Sanki uzun zamandır arayıp da sonunda bulduğum bir yerdeydim. Hayaller alıp götürmeye başladı beni. Param olsa, parama kıyar bu eve yeniden hayat verirdim. Her yerini temizler içini dışını güzelce restore ederdim. Kırık dökük yerleri de vardı. Oraları da tamir ederdim. O kadar güzel bir yer olurdu ki herkes burada oturup çay içmek isterdi, arkadaşlarını toplar nargile içip muhabbet ederdi. Güzel bir mekan olurdu. Erzurum'un sapa bir yerinde de olsa ben onun tanıtırdım. Hiç olmadı milleti tutar kolundan getirirdim. Etrafta bu eski binaya benzer bir kaç bina daha vardı. Ancak her nedense bu daha çok hoşuma gitmişti daha çok hayallerimde bu binaya yer vermiştim. Zaman daralıyordu ve çabucak dolar alıp dersaneye dönmem gerekiyordu. Ama mahalleden çıkıp nasıl ana caddeye gideceğimi bilmiyordum. Bana yön gösterecek bir şeye ihtiyacım vardı ve Erzurum surları içerisinde buluna saat kulesi yönümü bulmamda bana yardımcı oldu. Çünkü saat kulesinin ilerisi ana caddeye çıkıyordu.
Dersaneye geldiğimde bunu Erzurumlu bir hocamla paylaştım. Hocam da biliyordu oraları. Ona göre de güzeldi oralar. Ancak söylediğine göre bütün o binaları yıkacaklarmış. Söylediği ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum ama bunu duymak beni yeterince üzdü. Çünkü kimse o güzellikleri tam anlamıyla görmeden ortadan kaldıracaklardı. Kim bilir hangi hayaller gerçekleşmeden yıkılıp gideceklerdi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder