26 Şubat 2011 Cumartesi

GÜZEL BİR GEZİ

Bugün hiç istekli olmasam da yakıt parası için merkezdeki caddenin diğer ucuna gidip dolar almak zorundayım. Diğer uç dediğim yer de yaklaşık iki üç kilometrelik bir mesafeyi yürümeyi gerektiriyor. Bu da sürgüne yollanmak gibi bir şeydi bence. Bir kaç yere uğradıktan sonra Erzurum'un mecburiyet caddesi olan Cumhuriyet Caddesi'nde yürümeye başladım. Burası Erzurum'a geldim geleli en çok ayak bastığım yer. Çünkü her ne işin varsa mutlaka buraya uğramak zorundasın ve Erzurum'da bilinen çok bir yer yok. Ama bugün her ne hikmetse içimden ara sokaklara girmek geldi. Erzurum'un ünlü oltu taşı satılan, mimarisi hep hoşuma giden eski hanın yanından Erzurum'un çok kişin gitmediği hatta bence çoğu öğrencinin bilmediği ara sokaklara daldım. Yollar Cumhuriyet Caddesi'nin hatta oturduğum mahallenin yollarından bile daha dardı. Kimse umursamadığı için midir bilmiyorum yollar doğru dürüst asfaltlı bile değildi. Hatta bazı sokaklarda asfalt bile yoktu. Yer yer su birikintilerinin oluştuğu, karın yavaş yavaş erimesinden dolayı çamurlaşan ancak yürürken insanı pek rahatsız etmeyen bir yolda ilerlerken çocukluğum geldi gözlerimin önüne. Çocuk olsaydım yolların çeşitli yerlerinde olan su birikintilerine baraj yapardım. Hatta bir yerden bir pipet bulurdum ve baraja onunla bir akar yapar, saatlerce onu izlerdim... Çocukluğumdan bir anı gözlerimin önünde öylece gidiverdi. Çamurlu yolda ilerlerken bir yere geldim, evler falan o kadar eski ki. Şekilsiz, boyasız, bakımsız... Bu evlerin bana göre sağ tarafında hafif bir bayır mahalleden başka bir yola çıkıyordu. Oraya doğru yöneldim. Ancak bu yol daha farklıydı. Yol daha da daralmaya evler gözüme daha bir hoş gelmeye başladı. Eskiden kalma bir tat vardı hepsinde. Taş ve ahşaptan yapılmış her biri birbirinden farklı mimaride evler çok hoşuma gitmeye başladı. Kafam yukarı yolun ortasında evleri seyrederek ilerliyordum. Aslında hiç birinde bir simetri yoktu. Ama bu simetrisizlikte bile gözüme çok güzel geldiler. Her biri yılların etkisiyle solmuş, farklı renklere sahipti. Kimisi mavi kimisi kırmızı... Sokakta ilerlerken giderek daha güzelini görecekmişim gibi hissettim. Erzurum'un bu tarafını görmek çok hoşuma gitti. Sokağın birinde ilerlerken iki binanın arasından, onların arkasında eski bir ev gözüme çarptı. Balkonsuz çıkıntıları, bu çıkıntıların altında ahşap ve çok güzel işlenmiş kirişleriyle dikkatimi çekti bu eski bina. Biraz daha yaklaşınca camlarının kırık dökük olduğunu ve terk edilmiş olduğunu fark ettim. Düz olan çatısında büyüyen otlar çok uzun zamandır bakımsız olduğunu gösteriyordu. Ama o kırık dökük olan bina modern, her biri birbirine benzeyen binalardan daha güzel geldi gözüme. Acaba burada kimler yaşadı? Evin büyüklüğü canlı olduğu dönemlerde varlıklı birine ait olduğunu gösteriyordu. Kafam yukarıda binayı izleyerek yavaş yavaş ilerliyordum. Bir penceresinden içi görünüyordu. Diğer pencereleri karton gibi malzemelerle kapatıldığı için iç tarafları görünmüyordu. Ancak bu pencere, zannımca salonun penceresiydi. Pencere üst katın penceresi olduğu için sadece ahşap tavanı görebiliyordum. Tavan da binanın ahşap pencereleri gibi yılların etkisiyle yıpranmış ve yanmış gibi kararmıştı. Ancak tavanın ahşap işlemeleri bu kadar yıpranmaya rağmen hala güzel görünüyorlardı gözüme. Çünkü o tavan gerçekten bir emekti ve modern evlerde yapılan tertemiz kartonpiyerden bile daha hoş geldi gözüme. Sanki uzun zamandır arayıp da sonunda bulduğum bir yerdeydim. Hayaller alıp götürmeye başladı beni. Param olsa, parama kıyar bu eve yeniden hayat verirdim. Her yerini temizler içini dışını güzelce restore ederdim. Kırık dökük yerleri de vardı. Oraları da tamir ederdim. O kadar güzel bir yer olurdu ki herkes burada oturup çay içmek isterdi, arkadaşlarını toplar nargile içip muhabbet ederdi. Güzel bir mekan olurdu. Erzurum'un sapa bir yerinde de olsa ben onun tanıtırdım. Hiç olmadı milleti tutar kolundan getirirdim. Etrafta bu eski binaya benzer bir kaç bina daha vardı. Ancak her nedense bu daha çok hoşuma gitmişti daha çok hayallerimde bu binaya yer vermiştim. Zaman daralıyordu ve çabucak dolar alıp dersaneye dönmem gerekiyordu. Ama mahalleden çıkıp nasıl ana caddeye gideceğimi bilmiyordum. Bana yön gösterecek bir şeye ihtiyacım vardı ve Erzurum surları içerisinde buluna saat kulesi yönümü bulmamda bana yardımcı oldu. Çünkü saat kulesinin ilerisi ana caddeye çıkıyordu.

Dersaneye geldiğimde bunu Erzurumlu bir hocamla paylaştım. Hocam da biliyordu oraları. Ona göre de güzeldi oralar. Ancak söylediğine göre bütün o binaları yıkacaklarmış. Söylediği ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum ama bunu duymak beni yeterince üzdü. Çünkü kimse o güzellikleri tam anlamıyla görmeden ortadan kaldıracaklardı. Kim bilir hangi hayaller gerçekleşmeden yıkılıp gideceklerdi...

24 Şubat 2011 Perşembe

KAR TANESİ

Tarih gönül yılının sevda ayının 
Yar günü...
Bu sabah kara teslim bu şehir;
Bu sabah kar yağıyor bu şehre.
Düşen her kar tanesi 
Den olup düşerken yüreğime
Düşüp de yüreğimin yangınında eriyordu 
Ve gözümden "senyaşı" olarak akıyordu 
Yüzümden süzülerek 
Tekrar yüreğimin tam orta yerine

Bu sabah kar yağıyor bu şehre; 
Şu karşıki dağ nasıl da gelinlik bir kız gibi
Ama sarıgelin değil ha!
Bembeyaz bembeyaz bir gelin gibi...

Bu sabah kar yağıyor benim de yüreğimin içine, 
İçimdeki ateşi söndürmek niyetiyle
Ama nafile!
Düşen her kar tanesi 
Bir ateş haresi oluveriyordu
Ve ateş gitgide büyüyordu içimde,
Bu sevda ateşi bir türlü sönmek bilmiyordu.
Bu niye mi oluyordu? 
Çünkü;
Çünkü; bu şehirde kar yağarken yaşanır
Tüm aşklar
Ve aşkın iklimi değişir bu şehirde
Bu şehir kara
Ben de sana aşık olurum 
Bu şehirde...

YAZAN: SANRI

ERKEK TEMİZLİK YAPARSA

Bir erkek temizlik yapar mı abi ya? Hiç görülmüş mü dünya üzerinde? Maalesef  ben gördüm. Gördüğüm kişi de kendim. Erzurum Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü'nde yüksek lisans öğrencisiyim. Şansım vardı ki üniversitenin ara dönemdeki yüksek lisans alımlarından haberim oldu. Yoksa dımdızlak kalırdım öyle ortada. Çünkü girdiğim Kpss sınavında atanamadım ve yeniden Kpss ye hazırlanmam gerek. Tabi yüksk lisans da bunun yanında ekstrası. Erzurum'a Aralık ayının 23'ü gibi geldim. Çünkü artık mezundum ve memleketimdeydim. İptal olan Kpss ve maddi manevi bazı sorunlardan  dolayı Erzuruma ancak 6 ay sonra tekrar gelebildim. Düşünebiliyor musunuz odama en son 6 ay önce ayak basmıştım. Bu süre zarfından aylar önce de bir kere temizlemiştim odamı. Artık durumu siz tahmin edin. Bu kadar zamandan sonra odamı temizlemeye zor da olsa kara verdim.

Nerden başlasam nasıl yapsam bilmiyordum. Önce altta kalanın canı çıksın dercesine üst üste birikmiş kirlileri mi toplasam, çamaşır dolabının yanında çöp kutusunun kusmuş olduğu çöplerimi toplasam, çarşafı marşafı birbirine karışmış yatağı mı toplasam, yerde rüzgara kapılmış gibi dağınık kağıtları mı toplasam... Vay arkadaş ne yapmaya karar vermek bile zormuş. Hadi Bismillah! Önce yerde depreşen çamaşırları yatağın üzerine yığdım. Sonra yerde duran ve geçen sene eve ilk çıktığımda memleketteki evden getirdiğim halıyı topladım. Halı üzrindeki çekirdek kabukları, patlamış mısır kalıntıları ve onca zaman içerisinde üzerinde biriken tozdan o kadar ağırlaşmış ki kaldırırken belim ayrıldı sandıım. Neyse ki diğer halı çok küçük. Büyük halıdan sonra o kolay gelmişti. Halıları karşı odaya bıraktım. Bundan sonra ne yapmalıydı? Tabi ki yatağımın karşısında bulunan bilgisayarı kaldırmalıydım. Keşke zamanında laptop alsaymışım. Bilgisayar masasının altı savaş alanı gibiydi. Kablolar o kadar birbirine girmiş ki ayırmaya kalksam içinde kaybolur muyum acaba diye düşündüm. Karşıdan gelen düşman askerlerine saldırırcasına giriştim kablolara. Allah Allah Allah! Allah Allah? Hangi kabloyu nerden çıkardım ki acaba? Neyse daha sonra deneme yanılma yoluyla bulurum herhalde. Kabloları birbirinden ayırdıktan sonra bilgisayarın her parçasını karşı odaya teker teker taşımaya başladım. Her parçada üzerime bir kalıp toz yapışıyordu. Bütün malzemeyi taşıdıktan sonra bilgisayar masasını içeri götürdüm. Tabi o da üzerimde tolarıyla kendinden hatıra bırakmıştı. Sonra ders çalışma masamı taşıdım. Neyse ki onun üzerinde ders çalışma faaliyetlerim olduğu için çok fazla toz tutmamıştı. Bunlardan sonra da dağılmak için bahane arayan kitaplarımı ve test kağıtlarını büyük bir çaba ile karşı odaya taşıdım. Sonunda çırılçıplak döşemelerle baş başa kalabildik.

Kadınların temizlik stratejilerini kıskandırırcasına plan yapmıştım aklımda. Önce çalıştığında bütün seslerin kaybolmasına neden olan,  kırmızı renkli ve arkadaşlardan yediğimiz elektrik süpürgesiyle döşemeleri çekecektim. Sonra da deterjanlı suyla silecektim. Ancak halıları içeri taşımadan önce elektik süpürgesiyle çekmem gerektiğinin çok sonra farkına varacaktım. O kadar mükemmel bir plan yapmıştım yani.


Plana sadık kalarak önce elektrik süpürgesiyle çekmeye  başladım her yeri. O kadar çok çekecek şeyi varmış ki, süpürgenin elimde tuttuğum sert borusundan sürekli içine tıkır tıkır bir şeyler giriyordu. Ne kadar çok birikim yapmışım? Genel olarak her yeri süpürgeyle çektiğimi düşünmüşken dikkatimi döşemelerin araları ve duvar dipleri çekti. Tozalar orada nasıl birikmişlerse artık siyah pamuk topakları gibi olmuştu. Süpürgenin geniş başlığını çıkararak tozlara nokta atışı yapmaya başladım. Bu işlem bittikten sonra şöyle bi baktığımda, evet kabasını almıştım pisliğin. Sıra geldi deterjanlı su ile döşemeleri silmeye. Banyoya mutfağa baktıktan sonra suya katacak bir çamaşır suyumun olmadığını anladım. Birden kavrama yoluyla geçenlerde Carrefour’dan kampanyalı olduğu için aldığım Kosla Oxi Actionın işime yarayacağının farkına vardım. Çamaşırları temizliyorsa döşemeleri de temizler dimi? Çamaşır suları öyle çünkü. Kabın içine çok az deterjan döktükten sonra su eklemeye başladım. Deterjan o kadar köpürdü ki kabın dışına taşmaya başladı. Suyu kapatıp kovayı elime aldım ki yer yüzüme doğru yaklaşmaya, fayanslar daha da büyümeye başladı. İşte o an... Banyonun da akustiği sayesinde kafamın fayanslara çarpış sesi savaş filmlerinden gelen patlama sesi gibi geldi kulağıma. Böyle bir acıyı hissetmek o kadar kötü bir duygu ki anlatamam. Daha önce yine bu banyoda düşmüştüm. Ama düşüş yönüm totoma doğru olduğu ve totom o anlık hava yastığı görevi yaptığı için pek acı çekmemiştim. Can havliyle ayağa kalkmakaya, elimle yerden destek almaya çalışırken cllops diye bir ses yankılandı o cehennem olan banyonun içerisinde. Elimi dirseğime kadar kadar köpüklü kovanın içine sokmuşum. Vay senin diye başlayarak kovaya  sanki duyacakmış gibi okkalı bir küfür salladım. Bir taraftan kafamdaki ağrı diğer taraftan bir hışımla elimi kovaya soktuğum için sinir küpüne dönmem aceleyle ayağa kalkmaya çalışmama neden oldu. Eee atalarımız boşuna dememiş keskin sirke küpüne zarar diye. Kalkmamla yere tekrar düşmem bir oldu. Neyse ki bu sefer hava yastığım vardı ve çok bir acı hissetmedim. Hatta kafamın acısıyla hiç hissetmedim bile diyebilirim. Elimi kovaya sokup sonra da çıkarmaya çalıştığımda köpüklü su yere dökülmüş. Ben de üzerinde hareket etmeye kalkınca sonuç bir hüsran ve acı oluverdi. Ayağa kalkıp bu savaş alanından çıkmaktan vazgeçtim. Sürünerek banyonun kapısına doğru yaklaşmaya başladım. Tabi yanımda sağ elimle çekiştirerek getirdiğim yaralı asker kova da vardı.

Şükürler olsun ki o savaş alanından sağ ama yaralı bir şekilde çıkmayı başardım. Ama hala yere tedirginlikle basıyordum. Tam o sıra odada kapının hemen solunda bulunan, geçen sene evden çıkan arkadaştan aldığım, tam öğrenci işi fermuarlı dolabın üzerindeki telefonumdan mesaj sesi geldi. Banyodaki savaştan sonra o mesaj, tam sessizlik anında uzaklara dalmış giderken gelen rahatsız edici bir ses gibi geldi. Şimdi bu halde kim bakacaktı o telefona. Yine de baktım. Çünkü gelen mesajlara, çağrılara bakmamak huyum değildir. Hatta telefonu olduğu halde telefonunu yanında taşımayanlardan mesajlara iki saat sonra cevap verenlerden çaldığını bile bile telefonu açmayanlardan nefret ederim. Kovanın içindeki deterjandan olsa gerek kolum dirseğime kadar yapış yapış olmuştu. Deterjan kuruyunca kolumda iğrenç bir koku da almaya başlamıştı. Yapış yapış ellerimle mesajı açtım. Allah'ım bu senin bana bir lûtfun galiba. Mesaj atan Erhan'dı. Erhan sınıftan arkadaşlar aracılığıyla tanıştığım, okumakla pek alakası olmamasına rağmen açık öğretim  üçüncü sınıfta olan, çok sevdiğim bir arkadaşım. Bana emeği çok geçmiştir. Ben memleketteyken Erzurum'da olan büün işlerimi halletmiştir sağolsun. "Aga evdeysen geliyorum" diye mesaj atmış. Benim için bundan güzel haber olamazdı. Çünkü evde temizlik yaptığımdan haberi yoktu ve işlerin çoğunu ona yıkmayı planlıyordum."Tmm Hajı gel." diye mesaj attıktan sonra yavaş yavaş odayı paspaslamaya başladım. Ben daha odanın yarısını bile paspaslamadan kapı çaldı. Belki ki Erhan yolda, eve gelirken atmış mesajı. Kapıyı açtığımda halimi gördüğünden olsa gerek tuhaf bir bakış attı bana. "Bu ne hal la?" deyip bana bakarak içeri geçti. İçeride onu bekleyen pusudan haberi yoktu garibin. Salondan odaların bulunduğu koridora yaklaşırken meraklı bakışlarını birden bana çevirdi. "Bu ne laaaan!!" diyerek benim odaya yöneldi. Hiç beklemediğim bir tepkiyle "Bu oda böyle mi temizlenir lan? Savaş alanına çevirmişsin burayı. Hani düşman nerde ben de saldırayım bari." dedi. Zaten Allah'tan arıyordum böyle bir şeyi. Hemen köpüklü paspası eline tutuşturdum. Mutfakta az işim var bahanesiyle hemen yanından uzaklaştım. Mutfağa gittim ama orada işim yoktu. Bir bardak buz gibi suyu bir seferde diktikten sonra salona geçtim. Baktım bizimkinin içeriden paspası sürtüş sesi geliyor. Ürkütmemek lazım kekliği dedim içimden. Salonda kanepelerin içinde sağlam olanına uzandım hemen. Telefonuma bedava wap adreslerinden yüklediğim oyunlardan birini açtım oynamaya başladım. Aradan on beş yirmi dakika falan geçti ki artık içeri geçeyim dedim. Temizliğin hepsini Erhan'a yüklemek olmaz dedi kedisinden böyle bir tepki beklemediğim vicdanım. Halbuki başta bütün işi ona yıkmayı düşünüyordum.

İçerideki manzara kanımı dondurmaya yetti de arttı bile. Erhan bütün döşemeleri dezenfekte edeceğim diye odayı köpüğe boğmuş. Allah'ım ben çok mu kötü kulunum Ya Rabbim diye ağlarcasına konuştum kendi kendime. Olamaz ya her her köpük içerisinde ve bilinç altım hemen banyodaki savaşı getirdi gözümün önüne.
"Oğlum sen ne yaptın ya batırdın bütün buraları." der demez sanki çoktan bir bahane arıyormuş gibi paspası bana doğru fırlattı. "Benden bu kadar ben gider aga" deyip tam odadan çıkarken önüne eten bir set kurdum hemen. "Hacı anca beraber kanca beraber. Hadi birlikte bitirelim bu işi." Bizimki ısrar edeceğimi anladı ki hemen savaş bayrağını indirdi. Erhan dolabın ve yatağın altlarını silmek için bir oraya bir buraya çekmiş. Yani biri Anya'da biri Konya'da amaçsızca duruyorlardı. Ben hemen banyoya boşaltıp temiz su getireceğimi söyleyip banyoya geçtim. Bilinçaltım yine işbaşındaydı, bana "Hacı dikkat et bak yine dağıtma kafanı gözünü" diye seslenince içeri, kaymamak için ayaklarımı sürükleye sürükleye gittim. Şükür düşmeden kovayı musluğun ağzına koyabildim ve musluğu sonuna kadar açtım. Su foşur foşur kısa sürede kovanın içine dolduktan sonra, kovayı kaldırmadan, sürükleyerek temkinli adımlarla banyo kapısına doğru çekmeye başladım ki ayaklarımda anlık bir boşluk. Saliseler içerisinde aklımda bin türlü şey geçti. Allllaaaaahhh! diye haykırarak tam düşerken atletik bir hareketle dengemi sağlamayı başardım. O heyecanla sanki vücudumdaki  bütün kan ayaklarıma toplanmıştı. Kalbim küt küt atmaya önceki savaştan kalan yaram da "yine mi?" dercesine sızlamaya başladı. Yine sürünerek banyodan çıktığımda, düşmediğim halde, o heyecanla düşmüş kadar olmuştum.

Sonunda odaya kadar sağ bir şekilde gelmişken, keşke düşüp ölseydim dedim içimden. Bizimki dolabı çekeyim derken dolabı fermuar tarafına doğru düşürmüş, tabi dolabın fermuarı bu arada açık, kaldırmaya çalışmış, kaldırmış ve yere düşen bütün gömlekleri kazakları çabucak yatağın üzerine fırlatmış. Bütün o askıdaki gömlekler özenerek katladığım kazak ve kot pantolonlarım ıslak ve köpüklüydü artık. Onların hepsini daha yeni yıkatmıştım halbuki... Bir süre donuk, öylece içeri bakarken Erhan "Aga kusura bakma ya çekeyim dedim devrildi" dedikten sonra içimden sağlam bir küfür sallamak geldi içimden. Ama çıkarcı yanım yine beni engelliyordu, boş ver bu odayı ancak onula temizlersin diyordu. Çıkarcı yanımı dinlemek o an için daha karlı geldi bana ve onun söylediğini yaptım. Aldırmamış gibi paspası temiz suya batırıp sıktıktan sonra Erhan'a verdim yeri yeniden temiz paspasla silsin diye. Ben de o arada çamaşırları dolaba koymayı düşünüyordum. Ama çamaşırların o halini görünce bu düşüncem kayboldu birden. Yatağın üzerindeki çamaşırları bir seferde kucağıma alarak dolabın açık fermuarından içeri tıkıştırdım, fermuarını da sonuna kadar kapattım. Bu arada bizim ki yeri silmeye devam ediyordu. Altını silmek için yatağı çekmeye kalkıştı ki, sanki  onu bubi tuzağından onu kurtarırcasına "Dur!!" diye bağırdım. "Ben çekerim aga sen sil sadece" deyip yatağın ayak tarafından çekmeye başladım ki, birden zorla çektiğim yatak bana hafif geldi. Bana helal olsun ki yatağı ayak tarafından kırmıştım ve o büyük parça elimde kalmıştı. Bu yatak şimdiki eve çıktığımızda bizden önce bu evde kalan polislerden kalmıştı ve ben hemen yatağı hacılamıştım. Yatak mavi renkli ve metalden yapılmıştı. Bu yatak daha önce de bizim ev elemanları üzerinde film izlerken onların ağırlığına dayanamayıp orta yerinden eğrilmişti. Şimdi de ayak tarafı elimde kaldı. Galiba bırakan polis isteyerek bırakmamıştı. İçimden bir okkalı küfür daha geldi ama fısıldayarak ya sabır demekten başka bir şey yapmadım. Kırık yatağı Erhan'la birlikte daha sonra yerini değiştirmeyecek şekilde tekrar yerleştirdik. Dolabın yerini Erhan güzelce sildikten sonra dolabı oraya yerleştirdim. Bütün döşemeleri sildikten sonra dinlenmek için salona geçtik. Ben yorgunluktan ölüyordum, Erhan'ın yüzünde yeni gelmesine rağmen yorgunluk ifadesi vardı. Öylece oturarak bir süre salonda dinlendik.

İki erkek benim odanın karşısındaki odada bulunan eşyaları tekrar benim odaya yerleştirmek için plan yaptık. Önce halıları yere serecektik, sonra bilgisayarın parçalarını teker teker içeri taşıyacak masasını da götürdükten sonra kuracaktık. Bunlardan sonra da geri kalan kitapları falan güzel bir şekilde odada uygun bir yere dizecektik. Teoride mükemmel görünen bu plan daha halıyı yere sermeden, pratikte bir işe yaramayacağını belli etti. Çünkü halı aylarca biriktirdiği tozu biz onu yere atınca havaya bırakıverdi.Yani bütün temizlik daha o andan itibaren boşa gitmeye başladı. Erhan gülerek "Sen bunu çekmeden mi içeri bıraktın aga ya?" deyince planda bir sorun olduğu daha da belirginleşti. Hemen salondan kırmızı renkli ve kendi sesinden başka bütün sesleri de içine çeken elektrikli süpürgeyi aldım. Süpürgenin kulağı mahfeden sesiyle birlikte halıyı çekmeye başladım ama sanki süpürge halının üzerindeki tozları çekmiyordu. Tozlar halının bir parçası haline gelmişti sanki, ayrılmıyorlardı halıdan. Öyle üstün körü çekip bırakmak içime sinmedi. Erhan'a mutfakta mutfak dolabının ikinci gözündeki silme bezlerinden bir tane getirmesini söyledim. Ondan beklemediğim bir çabuklukla bezi getirdi bana. Bezi bir güzel sildikten sonra halı müşteri ben tellak hart hurt giriştim halıya. Bezi her halıya sürttüğümde tellağın insanın üzerindeki pisliği çıkardığı gibi halının üzerinde toz topakları oluşuyordu. Uzun bi uğraştan sonra halının üzerini silmeyi başardım. Halı biraz olsun temiz görünmüştü. Sıra karşı odadaki malzemeyi içeri taşımaya geldi. Ama onlarda toz yuvası halindeydiler. Halıdan dolayı sütten ağzım yanmış yoğurdu üfleyerek yiyordum artık. Hemen karşı odada onların da tozunu çabucak aldıktan sonra içeri taşımaya başladık. Ben önce bilgisayarın masasını aldım içeri götürdüm. Erhan da odadaki diğer masanın üzerinde olan monitörü getirdi odaya. Hemen masayı bırakıp monitörü Erhan'ın elinden aldım ve masanın üzerine yerleştirdim. O sırada Erhan karşı odaya geçti. Tam ben odamın kapısına döndüm ki Erhan "Yakala!" diye bağırarak karşı odadan bilgisayarın klavyesini bana doğru fırlattı. Klavyenin havadan gelişini ağır çekimde izleyebiliyordum. Ama olayın ummadığım anda ummadığım şekilde gerçekleşmesinden dolayı klavyenin geldiğini gördüğüm halde gözlerimle takip etmekten başka hiç bir tepki veremedim. Ağır çekimle izlediğim sahnenin sonunda klavye sert zemine çarpıyor, çeşitli yerlerinden kırılıyor, çatlıyor ve tuşları kopuyordu. Bir okkalı küfür daha geliyordu içimden ama bu sefer dışarı hiçbir değişime uğramadan yüksek bir sesle çıkıyordu. Erhan'ın yüzü bu küfürden sonra birden düştü. "Sen tutamadın oğlum." diyerek umutsuzca kendini savundu. Derin derin nefes alarak "Neyse bunda da bir hayır vardır herhal." diyerek klavyeyi kırılan parçalarıyla birlikte yerden alıp monitörün önüne koydum. Erhan'la birlikte diğer malzemeleri daha dikkatli bir şekilde içeri taşımaya devam ettik. Bütün her şeyi güzelce yerleştirdik. Hatta odada ufak bir değişiklik de yaptık. Son olarak kırık yatağın çarşaflarını falan serdikten sonra bütün iş bitmişti.

Odanın kapısından şöyle bir baktığımda acaba gerçekten bir temizlik yaptım mı diye düşündüm. Olayı gözden geçirirsek bu temizlik bana şişik bir kafaya, kırık bir yatağa, köpüklenmiş çamaşırlara, ve kırılmış bir klavyeye mâl olmuştu. Bütün bunlar beni şu sonuca götürüyordu. Erkekler temizlik işine bulaşmamalı, hatta mümkün olduğunca uzak durmalı. Sloganımız da kirlemek güzeldir...


23 Şubat 2011 Çarşamba

DUVAR KAĞITLARI-2





























KIRK YAMALI HARMAN

  Gözlerim kelimeleri birbirine katıyor ve parmaklarım küllüğe isabet ettiremiyor arasında ki sigaranın küllerini. Anlaşıldı artık uyuma vakti. Dudağımda annemden yıllar öncesinden öğrenilmiş masum bir yatma duası ve üzerimde annemin ellerinden çıkmış yorgan. Beni sarmaktan muzdarip, atmış dikişleriyle dile getiriyor isyanını. Elimle kavrayıp üzerime alıyorum, bir nesne dokunuyor küçük, sert. Bir yıl olmuş üzerimi örtüyorum, ama ilk defa geliyor elime, bir yıl boyunca beni dinleyen yorgan anlaşılan artık konuşmak istiyor. Vardır bu dokunuşta bir hayır diyerek yakıyorum lambayı. Lamba da isyan ediyor ‘’E yeni söndürmüştün ya’’ diyor. Çıkarıyorum nevresimi isyanına katıldığımı zannediyor yorganın dikişleri. Buluyorum o nesneyi. Küçük bir çalı parçası…
   Çalı, masumluğun kurulukla karışımı, gözünün görmediği yerlerde, başka gözlerden beni koruması için annemin önce Allaha sonra ona yalvarışı, çalı, bu torakların sağlam temeli. Gecenin en güzel resmiydi o çalı.İçimi kaynattı, umudumu yeşertti,başımı ellerim arsına alıp sessice kocaman mutluluk ağlayışına bıraktım kendimi.İşte o çalı beni gecenin o saatinde yolculuğa çıkarttı.
    Çocukluğumu geçirdim köyde heybetli bir dağ vardı görünüşüne yakışır da bir ismi’’Dede’’ Dede köyün göğe en yakın yeriydi. Bütün dualar için o dağın eteklerine çıkılırdı çünkü yüceleri yükseklere yerleştiren köyümün insanları Allah’ı da göğe yerleştirmişti ve Allah’a en yakın yer Dede bilinirdi. Biz çocuklar da bütün hayallerimizi sığdırırdık Dedenin arkasına. Filistin o dağın arkasındaydı ya da Kaptan Kusto’nun hazineleri… Ama ayaklarımız küçüktü ve Dede arkasını kolay göstermeyecek kadar heybetli.
   Bazen savaş uçakları geçerdi üzerimizden anlamazdık ama hep doğuya giderlerdi. Onları bile oyunlarımıza katardık, yanımızda ki babalarımıza selam yollardık onlarla, uçmalarına değil Dedenin bütün heybetine tanık olmalarına imrenirdik. Bilmezdik o uçakların dünyada bize en çok benzeyen çocukların oyuncaklarını, babalarını ellerinden alacaklarını.
   Evdeki tek oyuncağım annemin üzerinde namaz kıldığı kırk yamalı rengarenk seccadeydi Annem her namaz vakti seccadeyi elimden aldığında kıskanırdım annemi, namazı annemin oynadığı oyun zannederdim, eğilip kalkmalarına hayrandım. Benim seccadeyle oynamayı en sevdiğim oyun nesi var oyunuydu. Kırk yamaydı kırmızısı, mavisi,yeşili… Bütün renkleri barındırırdı, ağabeyimi ablamı beni saatlerce başında tutmayı başarırdı, o bizim evin en büyük tutkalıydı, orda ki kırk yama da ve o renklerde benim çocukluğumun özeti vardı.
    Sonra kitaplar girdi dünyama hiç çıkmamacasına… Her zaman sorarım onlara: Yalnızlığıma dost musunuz yoksa beni yalnız bırakmayan düşman mı? Ve kalemimden çıkmış beyaz defterimde birkaç kirli yazı: Harmana bıraktım bedenimi ne buğday çıktı ne saman, esen yele kurban oldu zaman… Düşüncelerime umutsuzluk hakim olmak ister bazen.Bu hallere en büyük karşı koyuşum Muhittin Arabi’nin sözüdür: ‘İşaretler çoğaldı ve karıştı; artık tespih zamanı…’ Ama şu an elime geçen çalı en büyük silahım oldu.Umut vardır: Kölenin boynunda ki zincirin aralarını bile rüzgar serinletir ki bu yürek geceye mağlup olup göz kapaklarını mı bırakır!
    Kararan her buluttan yağmur beklersek eğer gökyüzü maviliğine küser. Bu toprakların temeli o çalı parçalarıyla örülü. Ne yıkmaya güç yeter ne değmeye göz! O yamaları birleştirecek eller oldukça orda ki renkler kadar güzelliğini korur bu coğrafya. Şimdi biliyorum Filistin ya da Kaptan Kusto’nun hazineleri o dağın ardında değil ama ayaklarım da o günkü kadar küçük değil!
   Allah bizleri üzerimize örttüğümüz çalılardan, üzerinde oynadığımız kırk yamalı rengarenk seccadelerden, analarımızdan öğrendiğimiz dualardan, arkasına çocuksu hayallerimizi sığdırdığımız heybetli dağlarımızdan, her başımız sıkıştığın da sadelikle bize doğru yolu gösterecek tespihlerimizden mahrum etmesin!

YAZAN:KAPTAN

21 Şubat 2011 Pazartesi

AYRILIK

Çırılçıplak soyunduğum harflerimin üst üste getirdiği ayrılıktayım.. 
 
Üşüyor cümlelerim sensiz,yokluğunu bir yorgan yapıp üstüme çekiyorum. 
 
Avlumdaki kokunu misafir ettim odamda.. 
 
Ve bu gün başka bir kadında terbiye ettim bedenimi, 
 
Sevişen acılarımı emanet bıraktım esmer bir ten'de, 
 
Yaram berem kan içinde kaldı.. 
 
Acıyan özlemlerin vuruyor yüzüme lodos misali, 
 
Ben kendi denizimde boğulmak üzereyim.. 
 
Kıstığım yerlerden tekrardan başlıyor seslenmelerin, 
 
Çapraz dikiş yerlerimden kanamaya başlıyor ömrüm.. 
 
Söyledim sana,git demeni bekliyor yama yaptığım kalbim.. 
 
Burnu beş karış havada olan ayrılığın ,ilik yerlerinden soymaya başlıyorum yokluğunu. 
 
Söylenmeyi bekleyen cümlelerimi ses tellerime astım, 
 
Yosmalığının ıslaklığı kurduktan sonra dinle sözlerimi, 
 
Sana hasret kalmış küfürden ağıtlar koydum heybeme, 
 
Öyle sancılı idiki gidişin,doğum sancılarında daha beter ağrı bıraktı yüreğimde, 
 
İçimde saklı kalan söylenmemiş harflerim nöbetleşe ağlıyordu kanlı satırlarımda.. 
 
Seni infaz ediyordum bir kez daha satır aralarında.. 
 
Oysa her kelimemi idam ediyordum, 
 
Dar ağaçlarında asılı kalıyordu dilek mendillerim.. 
 
Gönül orucumu bozuyorum bu gece,yeter arkandan tutuğum yas.. 
 
Kırkında dualar ettim en isyankar sözlerimle, 
 
Elli ikinci gecende pazarlık ettim Tanrı ile.. 
 
Solumda yaşayan tek faili meçhulümsün sen kadın !! 
 
Ve hayalini gömdüğüm gamzelerimde acılı bir nöbettsin şimdi.. 
 
Dokun şimdi hırçırıklarıma ve boşalt artık eteğinde bana dair ne varsa.. 
 
Çaresizliğimi sığdıramadım kurduğum sen'li cümlelerime.. 
 
Uçuklatan cümlelere sarıldım, sen gelmedin gecelerime ,, 
 
Ben sadece sülietinde tanıştım yokluğunla.. 
 
Ara sıra baçe kapısında karşılaşıyordum hayalinle.. 
 
Yaramaz çocuk misali oynuyordu özlemlerimle.. 
 
Ve her fırsatta dışlanıyordu sadık dostum hüzün.. 
 
Seni görme korkularımda çıldırıyordu mimiklerim.. 
 
Yalpalayarak yürüyordu ayaklarım sokağından geçerken.. 
 
Hem o balkondan çıkacak gibi dik ve mağrurdu adımlarım. 
 
Göz uçlarımda nöbette bekliyordu hasretin.. 
 
Keşke dünya gözü ile bir kez daha görebilsem seni.. 
 
Nasıl olsa sen cennetliksin.. 
 
Benim yerim hazır cebrail ile terse düştüm.. 
 
Anlaşamadık !! 
 
Ben Ondan seni istedim,o benden sevme/memi.. 
 
Tuttuğum dileklerimde asılı kaldı umutlarım.. 
 
Şimdi ihanetin kopçasını tek hemlede çıkart üzerinden.. 
 
Ve şehveti kanlı bir kama misali sapla sırtıma.. 
 
Beynim tahrik oluıyor sen gelince aklıma.. 
 
Geceyi kandırmadım gündüzün koynuna girmek için hazırlanıyorum.. 
 
Tam beynimim merkezine usulca kök salıyor hasretin.. 
 
Anadan üryan acıların ortasında kalıyorum,dikiş tutmuyor acılarım.. 
 
Her sokak başında beş rekat farz kılınca sana ağlamam.. 
 
Ve omuzlarıma fazla gelmeye başlamıştı artık bu rüya.. 
 
Dil altı yaptığım aşkınıda morglarımda sakladım, 
 
Kangren olmuş ellerimin arasında sızıyordu kokun beyaz kağıtlarıma. 
 
Parmak uçlarımdan başlıyordu özlemin.. 
 
Oysa ne çok hüzün bıraktın bana,emanet ettiğin canım acıyordu.. 
 
Günahlarına sarılıyordum kaybedilmiş bir aşkın kırıntılarında.. 
 
Kurak düşler bıraktım şimdi ellerime.. 
 
Gözyaşlarımla sulasamda yeşermeyen umutlarım oldun.. 
 
Cellat tutsağı bir geceden yazıyorum bunları sana.. 
 
Mülteci sevginle arıyorum gidişini.. 
 
Hep yokluğunda bu zehir zemberek korkular.. 
 
Elime yüzüme bulaştı hüzün,seni her gece daha çok özlüyorum.. 
 
Yorganım bile küstü gittiğin günden beri, ısıtmıyor üşüyen yerlerimi.. 
 
Gör bak !! düşlerim can çekişiyor.. 
 
Talan oldu heryerim,içten içe kanıyor hatıralarım.. 
 
İç cebimdeki umutlarımla döneceğin günü bekliyorum.. 
 
Gittiğin günü hatırla...and içilmiş kelimelerimle bıraktığın yerde...


YAZAN: KAPTAN